
OĞUZLARIN TARİHİ
1. Oğuz Adının Menşei :
Oğuz adının manası hakkında eski eserlerde bilgilere rastgelinememiş olup, eski müellifler Türkmen kelimesinin ne anlama geldiğini araştırmışlardır. Fakat Oğuz adı üzerinde hiç durmamışlardır. İlhanlı hükümdarlarından Gazan Han devrinde (1295-1304) veya Gazan’ın halefi Olceytü zamanında (1304-1316) yazılmış olan Uygurca Oğuz Kağan destanında ilk süt demek olan ağız, Oğuz şeklinde geçiyor. Hatta bazı bilginler Oğuz adının buradan geldiğini düşünmüşlerdir.
2. Gök Türkler devrinde Tokuz (Dokuz) Oğuzlar :
Orhun kitabelerinde yerli-yabancı, göçebe-yerleşik bütün siyasi ve kavmi topluluklar için budun kelimesi kullanılıyor. Türük budun, Ediz budun, On ok budun, Tabgaç budun (=Çin kavmi) Suğdak budun (Soğd kavmi). Kaşgarlı, budun kelimesini Arapçaya kavm sözü ile tercüme etmiştir. Avrupalı alimlerde budunu people, volk sözleri ile karşılıyor. Bunlar siyasi bakımdan birbirlerinden ayrı topluluklardır. Her budunun kutsal sayılan bir yurdu, kendisini yöneten bir hükümdarı vardır. Göçebe budunlar iki veya daha fazla boylardan meydana gelmişlerdir. Bir budunun kaç boydan meydana geldiği sayı ile ifade ediliyor: İki Ekiz (iki boylu Ediz Budunu), üç Karluk (üç boylu Karluk budunu), Tokuz Oğuz, On Uygur.
Göçebe budunlardan çoğu Gök Türkler’e tabi idiler. Tabi budunlar her yıl kağanlara vergi vermişlerdi. Bu vergiler, herhalde yılkı ve koyun sürüleri şeklinde ödeniyordu. Kağanların yendikleri budunların topraklarını ülkelerine katmak siyaseti gütmedikleri görülmektedir. Bilakis onlar o topraklar ve sular idisiz yani sahipsiz kalmasın diye yenilmiş budunu düzenleyip başına bir başbuğ geçirerek o toprakları sahiplerine geri veriyorlardı.
Yine kitabelerde tat kelimesi de görülür. Tat kelimesi Türkçe bilmeyen yabancı anlamında kullanılmıştır. XI.yüzyılda sadece Orta Asya İranlıları’na değil, Uygurlara da tat deniliyordu. Uygurlar içinde tat sözünün kullanılması, bize göre, onların yerleşik olmaları ile ilgilidir. Şehir ve köylerde oturdukları için onlara tat denilmiştir. Din ayrılığının bu adın verilmesinde amil olduğu pek düşünülemez. Safeviler devrinde İran’daki Türkler de Farslara tat dedikleri gibi, Memlük Türkleri’ninde Mısır’daki Fellahlar için aynı kelimeyi kullandıkları görülür.
T ü r ü k (Türk) Budun : Gök Türk devletini kuran, kağanların mensup bulundukları ve dayandıkları budundur. Kağanların bu budundan çıktıklarını göstermek için, bazen bu ad ile vasıflandırılır. Türük Yamı Kağan, Türk Bilge Kağan. Türük adının türü-(yahut törü) fiilinden – k eki ile yapılmış bir isim olduğu görülüyor. Kuvvetli anlamındaki Türk sözüne gelince bu, Gök Türkler’den çok sonra, X-XIII.yüzyıllara ait Uygur metinlerinde geçmektedir. Yani Kuvvetli ve Kudretli anlamındaki Türk’e Türk adının ortaya çıkışından çok sonra, geç bir zamanda ve tek bir Türk kavmine ait bazı metinlerde rast gelinmiştir, fakat ne kitabelerde, ne Divanu lugati’t-Türk’de ve ne de diğer eserlerde olmadığı gibi şimdiki Türk lehçelerinde de görülemiyor. Fazla olarak Türk kelimesinin Uygurlar arasında kuvvetli ve Kudretli anlamında kullanılması, Gök Türkler’in şerefli hatıralarından, büyük ünlerinden gelmiş olabilir. Bu sebeplerle Türük (Türk) kavim adının tür fiilinden geldiği hakkındaki ilk defa A.Vamberytarafından ileri sürülmüş olan görüşün gerçeği ifade ettiğinden asla şüphe etmiyoruz. Göçebe demek olan Yörük kelimesi de XIV. Veya XV. Yüzyılda Anadolu’da yörü fiilinden, böyle meydana gelmişti. Türük (Türk) yaratılmış, doğmuş, türemiş demektir: “kişi oğlu kop ölgeli türümiş = insan oğlu sadece ölmek için doğmuş.”
O ğ u z l a r : Tula (Tugla) boylarında, ırmağın kuzeye doğru kıvrım yaptığı kısmında yaşadıkları anlaşılıyor. Kitabelerde Oğuzlar kuzeyde yaşayan bir budun olarak gösteriliyor. Onların da doğu komşuları Tatarlar idi. Dokuz boydan meydana gelmiş bir budun olduğu için bazen onlara Tokuz Oğuz Budun denilir. Biz bu dokuz boydan ancak ikisinin adını biliyoruz. Bunlar da Kunı ve Tonra boylarıdır.
Aşağıda ayrıca söz edileceği üzere İl Tiriş Kağan, Türk devletini yeniden kurmak için uğraşırken karşısında en güçlü budun olarak Oğuzları bulmuştu. Onlar kağan ünvanlı bir hükümdar tarafından idare olunuyorlardı. Bu sebeple Oğuzlar ile 5 defa savaşıldı. Baz Kağan ünvanlı hükümdarları, beşinci savaşta yenilip bertaraf edilerek Oğuz devleti yıkıldı. Böylece Oğuzlar itaat altına alındılar. Fakat birçok buduna yapıldığı gibi başlarına kendilerinden veya hanedandan biri geçirilmedi. Türk budunu gibi doğrudan doğruya kağana bağlandılar. Türk budunundan faksız veya az farklı bir hukuki duruma sahip oldular. Bundan dolayı Tonyukuk kitabesinde “Türük Bilge Kağan Türük Sir Budunug, Oğuz Budung igidü olurur” dediği gibi, Bilge Kağan da türk budununa olduğu üzere Oğuz budununa ve beylerine birlikte hitap etmektedir.
E d i z : Edizler iki boydan meydana gelmişlerdi. Onun için kitabelerde bazen iki Ediz olarak zikredilir. Yurtlarının Oğuzlara yakın bir yerde olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple 715 yılında Oğuzlar ile Togu Balık’da yapılan savaştan sonra Edizlerin üzerine yürüyen Tarduş Şad (Müstakbel Bilge Kağan) ile Köl Tigin Kuşlağak’da onları, acınacak derecede ağır bir yenilgiye uğrattılar. Bu mağlubiyet üzerine Edizler göç edip “sabı ağısı yımşak” olan Tabgaç budununa sığındılar fakat Bilge Kağan hükümdar olunca geri gelip ona itaat ettiler. Sonra doğrudan doğruya kağan’a bağlandılar. Bilge Kağan’ın oğlunun Tokuz Oğuz ile iki Ediz üzerine kağan olduğunu söylemesi bu husustan ileri gelmiştir.
K ı r g ı z (Kitabelerde Kırkız) : Bu budun, Gök Türkler devrinde ve sonraki zamanlarda kuzeyde, başlıca Abakan bozkırında yaşamakta idi. Hükümdarlarının kağan ünvanını kaşıması onların bu esnada kuvvetli bir topluluk olduğunu gösterir. Bundan dolayı ne Gök Türkler, ne de Uygurlar Kırgızların siyasi varlıklarına son veremediler. Buna karşılık Kırgızların 840 yılında aşağıya inerek Uygur devletini yıkmak ve Orhun bölgesini fethetmek başarısını gösterdiklerini biliyoruz.
Kırgızlar’ın aslen Türk olmayan kavimlerden biri olduğu iddiası ilim aleminde büyük bir ilgi görmüştür. Çin kaynaklarının Kırgızlar’ın açık saçlı ve mavi gözlü insanlar olduklarını yazmaları ve İslam müelliflerinden Gerdizi’nin de Kırgızlar’ın beyaz tenli ve kızıl saçlı olduklarını, bunun da Saklablar (Silavlar) ile karışma sonucunda meydana çıktığını yazması bu iddianın başlıca dayanaklarını oluşturmuştur. Ancak türk aleminin merkezinden uzakta ve buradan sıra dağlar, sık ormanlar ile ayrılmış bir yerde yaşayan Kırgızlar nasıl Türkleştiler? İşte bunu izah etmek mümkün değildir. Böyle olunca da, bu iddianın bir değeri kalmamış bulunuyor. Fazla olarak el-istahri ve Kaşgarlı gibi müellifler de Kırgızları öz Türk kavimleri arasında sayarlar: “Çin ülkesinde türlü diller konuşulur. Bu yüzden orada insanlar birbirlerini anlamazlar. Halbuki Toguz Guzz (Uygur), Hızhız (Kırgız), Kimek, el Guzziyye (Oğuzlar) ve Harluhiyye (Karluklar) den meydana gelen Türk’lerin dilleri birdir. Birbirlerini anlarlar. Hududu’l-alem, Mes’udi ve diğerleri de Kırgızları Türk kavimleri arasında anarlar.
Tarduş : Bu budunun yaşadığı yer iyice bilinemiyor. Bununla beraber yurtları ötüken yöresinden uzakta değildi. Onlar kitabelere göre Gök Türkler’e sadık iki budundan biri idiler. Daha sonra Uygurlar’a tabi oldular.
Tölis : Kitabelerde çok defa Tarduşlar’la birlikte zikredilen Tölislerin de yurtlarını nerede olduğu iyice bilinemiyor. Bu budunun adını Töliş şeklinde okumak için de kuvvetli bir delil yoktur. Gök Türk kağanları bunların üzerinde de yine hanedan azasından yabgular tayin ediyorlardı. Tarduş ve Tölisler’in adları sadece bu tayinler dolayısı ile geçiyor.
Basmıl : Beşbalık bölgesinde oturuyorlardı. Varlıklarını XI. Yüzyıla kadar sürdürmüşlerdir. Başbuğları Iduk kut ünvanını taşırlardı.
Karluk : Bu budunun yurdu Kara irtiş’in sağ tarafından Urungu Gölü ile Zaysan Gölü arasında idi; üç boydan meydana geldikleri için bazen üç Karluk da denilirdi. Başbuğları il-teber ünvanını taşırdı. Karluklar Doğu Gök Türk devletinin yıkılmasında mühim rol oynadıkları gibi, 766 yılında da Başkent Suyab’ı zapt edip, Türgiş devletine de son verdiler.
Az : Azlar Kırgızların komşusu idiler. Yurtları Kögmen (Tannu Ola) dağının yakınlarında idi, Başbuğlarının il-Teber ünvanını taşıdığı biliniyor.
Çik : Kem ırmağının ötesinde yaşıyorlardı. Onlar Uygurlar zamanında çok daha faal idiler. Bu yüzden Uygur il itmiş Bilge Kağan’ı epeyce uğraştırdılar. En sonunda Kağan onlara baş eğdirip üzerlerine bir vali (tutug) tayin etti. Akibeti meçhul olan kavimlerden biri de bu Çiklerdir.
İzgil : Bu topluluğun nerede yaşadığı bilinemiyor. Esasen kitabelerde onlardan bir defa söz ediliyor. Orada şöyle deniliyor: Amcam Kağan’ın devleti zayıflayıp budun ile hükümdar arasında ikilik çıktığında izgil budun ile savaştık. Köl Tigin alp Salçı’nın kır atına binip hücum etti. O at orada düştü. İzgil budun yok oldu.
Yer Bayırku : Çin kaynaklarından öğrenildiğine göre, Yer Bayırku (Pa-ye-ko) dokuz boydan meydana gelmişti. Türkler ve Moğollar arasında dokuz rakamının kutsal olduğunu biliyoruz. Bu sebeple budunların, boylarının sayısını belirlemek üzere, dokuz sıfatını almalarında bunun da mühim bir rolu olduğu şüphesizdir. Uygurlar On Boy idiler. (On Uygur). Çin Kaynakları Uygurlar’ın dokuz boydan meydana geldiklerini yazarlar ve dokuz boyun adlarını da verirler. Bu taktirde Müslümanların Uygurlar’ı Togız Guzz (Tokuz Oğuz) adıyla anmaları daha kolay izah edilebilir. Onların Yukarı Kerülen’de yaşadıkları söyleniyor. Bilge Kağan’ın sözlerinden ise Bayırkular’ın yurtlarının kuzeyde, uzak bir yerde olduğu anlaşılıyor. Bu sebeple onların yurdu Baykal çevresinde olmalıdır.
Kurikan : Üç boydan meydana gelmişti. Kitabelerde kuzeydeki budunları sayılırken Kurikanlar da Kırgızlar ile Otuz Tatar arasında zikredilir. Buna göre onlar adı geçen budunların yurtlarının arasındaki yörede yaşadıkları görülüyor. Kurikanlar’ın Yakutlar’ın ataları oldukları ileri sürülmüştür. Gök Türkler devrindeki üç Kurikanlar Moğol asıllı bir budundur.
T a t a r : Oğuzlar’ın komşuları oldukları biliniyor. Tatarlar, Gök Türkler çağında otuz boy halinde idiler. Bundan dolayı onlara Otuz Tatar denilir. Fakat bu Otuz Tatar’dan sadece dokuzu siyasi bir birlik meydana getirdiklerinden onlar da Tokuz Tatar adıyla anılır. Bu Tokuz Tatar’ların gerek Gök Türkler devrinde, gerek Uygurlar zamanında Tokuz Oğuzlar ile birlikte hareket ettikleri görülür. Tatarlar uzun müddet Moğollar’ı temsil ettiklerinden adları bütün Moğol soyunun adı olmuştu. Batıdaki kavimler de bunu bilhassa Türkler’den öğrenerek Moğollar’a da Tatar dediler.
K ı t a y : Güçlü bir Moğol ulusudur. Kitabelerde güneyde Tabgaç budun, doğu da da Kıtaylar gösterilir. Kıtaylar Uzak Doğu’da Kore’ye yakın bir yerde Çin sınırında oturuyorlardı. Kıtaylar X. yüzyılın başlarında Kuzey Çin’i fethettiler ve Çin tarihinde Leau hanedanı adıyla yer aldılar. Kıtaylar X. yüzyılın birinci yarısının ortalarında Orhun bölgesinden Kırgızlar’ı çıkardılar (924). Bu, Türk tarihi bakımından pek mühim bir hadisedir. Zira bunun sonucunda Türklerin bilinen bu en eski tarihi yurtları Moğolca konuşan ulusların ülkeleri haline geldi. Kıtaylar XII. Yüzyılda Çin’den kovulduktan sonra Türkistan’a gelip burada, nüfusları fazla olmadığı halde, bir imparatorluk kurdular. İslam tarihlerinde bu imparatorluğu kuranlara Kara Hıtay denilir. Buradaki Kara sıfatı onlara Çin’den kovulmaları ile siyasi itibarlarını kaybetmeleri yüzünden olabilir.
O n O k l a r : Gök Türk devletini kuran Bumin Kağan 552 yılında boyları ile birlikte on beyin başında kardeşi İstemi’yi batıya göndermişti. İstemi’nin vazifesi batıdaki Juan Juanlara ait yerlere tasarruf etmek sonra da Isiğ göl’ün doğusudaki yörelerinden Horasan içlerine kadar uzanan geniş toprakların sahibi kudretli Eftalitler’in hakimiyetine son vermekti. İstemi vazifesini başarı ile yerine getirdi. Eftalitler devletini ortadan kaldırarak Ceyhun ırmağına kadar uzanan geniş toprakları ele geçirdi (565 yıllarında), o yeğeni Mukan ile kağanlık mücadesine girişmedi, yabgu (melik, kral) ünvanını taşıyıp açtığı zengin ve engin toprakları, önceye kadar (575) kudretli bir hükümdar olarak idare etti. Halefi ve oğlu Tardu kağanlara karşı tabilik bağlarını kopardı. Kağan ünvanını alarak istiklalini ilan etti (582-584). Böylece Çin seddinden (Türkçe adı : Burkurka yahut Bukurka) Hazar Denizi’ne kadar uzanan imparatorluk, ikiye bölündü. Aşağı yukarı Büyük Altaylar ile Doğu Türkistan’daki Hami’nin doğusundaki dağlar iki devletin sınırlarını meydana getiriyordu.
Batı Gök Türk topluluğu on boydan meydana gelmiştir. Kağanlar On boyun boy beylerine birer ok vermekte idiler. Sonraları her ok bu boylardan birini ifade etti ve böylece On Boya ON OK denildi. Verilmiş olan oklar onların kağanlara tabi olduklarını gösteriyordu. Yani on ok tabiliği, bağımlılığı ifade ediyor, yay da hakimlik, metbuluk manasına geliyordu. Ok ve Yay bu hukuki manalarını daha sonraları da sürdürdüler.
Batı Gök Türk kağanlığı ülkesinde yazı ve edebiyatları olan birçok kavim yaşıyordu. Bu kavimler aynı zamanda varlıklı topluluklar idiler. Kağanların para kestikleri gümüş madenleri vardı. Ünlü ipek yolu ülkelerinden geçiyordu. Bunlara ilave olarak Batı Türkleri iki asırdan fazla bir zaman siyasi varlıklarını sürdürdüler. Bütün bunlara rağmen Batı Gök Türkler’inden bize kayda değer kültür hatıraları gelmemiştir.
Doğu Gök Türkleri ise, pek önemli siyasi tarihe sahip olmalarının yanında ülkelerinin kuytu bir yerde bulunmasına ve oradaki sert coğrafi şartlara ve türlü mahrumiyetlere rağmen, alfabeye sahip olmuşlar, onunla ölmez yadigarlar bırakmışlar; ticaretin ehemmiyetini anlamışlar, şehir kurmayı da düşünmüşlerdir.
Gök Türkler’in en başta gelen hasımları Tulae başında oturan Oğuzlar idiler, Oğuzlar tek başlarına Gök Türkler ile baş edemeyeceklerini bildiklerinden müttefikler aramışlar ve bunu haber alan Gök Türkler Tula kıyısında Oğuzlar ile karşılaştılar. Gök Türk ordusu 2000, Oğuz Ordusu da 3000 kişi idi. Göğüs göğse savaşıldı. Oğuzlar yenildiler. Bir çokları ırmağa düşüp boğuldular, bir çokları da kaçarken öldürüldüler. Bu yenilme üzerine Oğuzlar’dan geri kalanları itaat ettiler. Bu mühim başarıdan sonra Ötüken’e varıldı. Bunu duyan etraftaki toplulukların hepsi gelip bağlılıklarını bildirdiler. Böylece Gök Türk devleti yeniden kuruldu. (682). Türk Kara Kamag budununun ülküsüne varılmış, tutsaklık acıları da son bulmuştu.
Gök Türkler’in sonu ne oldu? : Orta Asya Türk tarihinin en mühim devrinin Gök Türkler devri olduğu şüphesizdi. Gök Türk imparatorluğu Türkler’in orta Asya’da kurdukları en büyük devlet olduğu gibi, Türk soyuna mensup hemen bütün topluluklarda son defa olarak bu devletin bayrağı altında toplanmışlardı. Bunun sonucunda Türk adı bilhassa Orta Doğu’da Türkçe konuşan bütün budunların umumi şeklinde bir mana kazandı. Bu devrin dikkate değer hususiyetlerinden biri de Türk soyunun Orta Asya’nın batı bölgesinde toplanarak oraları Türkleştirmeleridir.
Gök Türkler ilk zamanlarda alfabe ve dil olarak Soğutça’yı kullandılar. Son zamanlarda da Türkçe yazdılar. Gök Türkler yazılarında kullanmak üzere on iki hayvanlı bir takvim kullandılar. Yapılan araştırmalara göre bu takvimin daha VI. yüzyılın sonlarında Çin’den alındığı anlaşılıyor. Bu takvim sonra Gök Türkler’in halefleri Uygurlar tarafından da kullanıldı. Bu takvimi Uygurlardan öğrenen Moğollar onu İran’a ve hatta Anadolu’ya getirdiler; kendilerinden sonra bu Türk takvimi İran’da son yüzyıllara kadar kullanıldı.
Gök Türkler bu alfabeleri ile kendi dillerinde güzel yadigarlar bırakmışlardır. Bu yadigarlar Türk dilinin, Türk Edebiyatının, Türk tarihinin, geniş manası ile Türk kültürünün en eski ve en değerli kaynakları ve abideleridir.
3.Uygurlar Devrinde Tokuz (Dokuz) Oğuzları : Uygurlar, dokuz Oğuzlar’ı nasıl ve ne zaman idareleri altına aldılar, kesin bir şey söylemek mümkün olmuyor. Uygurlar’ın Karluk ve Basmıllar ile nalışıp 742 yılında Ku-to Yabgu’nun üzerine yürüdüklerinde Oğuzları’da harakete geçirmiş olmaları da muhtemeldir. Uygur devletinin kuruluşunda Köl Bilge Kağan’ın en büyük yardımcısı oğlu Moyun Çor idi. Köl Bilge Kağan 747 de (Domuz yılı) vefat etti, yerine Bolmış il itmiş Bilge Kağan (Gökte Olmuş Devlet Kurmuş Bilgili Kağan) ünvanını aldı. İl İtmiş Kağan 759 ve 760 yılında yazılan sonuncu kitabesinde çok aşındığı için okunamayan cümlelerden sonra “anda kalmış budun On Uygur Tokuz Oğuz üze yüz olurup” deniliyor. Burada mühim olan husus Uygurlar’ın on boydan meydana gelmiş olduklarının ifade edilmesidir.
Yine il itmiş Kağan, Ozmış Kağan üzerine yapılan yürüyüşü anlatmaya başlarken “Dokuz Oğuz budunun hepsini topladım” demektedir. Bu da kendisinin o zaman (743) yılında “Dokuz Oğuzlar’ın başına geçirilmiş olması ile ilgilidir. Fakat o kağan olduktan bir müddet sonra Oğuzlar’ın ezici çokluğunu karşısında buldu. Kağan onları Sekiz Oğuz olarak zikrediyor. Buna göre ancak bir boy kağana sadık kalmış bulunuyor. Oğuzlar, Gök Türkler devrinde olduğu gibi, Uygur kağanına karşı da doğu komşuları Dokuz Tatarlar ile birleşiyorlardı. Kağan’ın Oğuzlar ile Dokuz Tatarlar’ın ayaklanmalarına son verdiği anlaşılıyor, fakat bunun nasıl olduğu üzerinde bilgi yoktur.
Uygurlar’ın, bilindiği üzere, medeniyet ve kültür bakımlarından Türk tarihinde müstesna bir mevkii vardır. Türk dünyasına şehirciliği getiren onlardır. Uygurlar’a Kara Hanlılar’ın tat demeleri, onların yerleşik hayat geçirmeleri ile ilgili olabilir. Uygurlar’da Müslümanlara Çomak ve Çomak eri diyorlardı. Bu da Müslüman tacirlerinin ellerinde çomak bulundurmalarından ileri gelmiş olmalıdır.
B. SEYHUN OĞUZLARI :
IX-XI. Yüzlılarda Türk Elleri.
Orta Asya Türk tarihinde Gök Türkler’in yeri pek mühimdir. Onların tarihleri olmasa Orta Asya tarihi ilgi çekiciliğinden çok şey kaybederdi. Gerçekten Gök Türk devletinin yıkılışından sonra Türkler bir daha orta Asya da büyük ve kudretli bir imparatorluğa sahip olamadılar. Orhun bölgesinde Gök Türkler’in yerini alan (744) Uygurlar, Batı Türkleri üzerinde hakimiyet kuramadılar. Çin ile de Türk Bilge Kağan’ın yaptığı barışı sürdürdüler ve hatta bunu dostluğa döndürdüler. Bu barışın Kırgızlar devrinde de (840-924) de devam ettiği görülüyor.
K ı r g ı z :
IX.yüzyılda Türk dünyasında en mühim hadise, Kırgızlar’ın Uygur devletini yıkarak Orhun bölgesini elerine geçirmeleridir. Fakat, Sibirya’dan gelmiş olan bu Kırgız (Kırkız)lar, Orhun bölgesini ellerine geçirmişlerdir. Fakat Sibirya’dan gelmiş olan bu Kırgız (Kırkız) lar, Orhun kültürünü yok ettiler. 84 yıl siyasi varlıklarını sürdürdükleri halde kendilerinden bize galiba hiç kitabe de gelmedi. Bu yüzden Kırgızlar Orhun bölgesine “Barbarlığı” getiren bir kavim olarak vasıflandırılır. Kırgız Hakanı “Kemciket” denilen şehirde oturmaktadır. Bundan başka Kırgızlar’ın şehirleri yoktur. Ölülerini yakan tek Türk kavmi de onlardı. Kırgızlar şimdi Kırgızistan denilen Orta Asya’daki yurtlarında XV.yüzyılın ikinci yarısında Kalmuk Moğolları tarafından getirilmişlerdir. 924 yılında Moğol soyundan Kıtaylar’ın saldırılarına dayanamayan Kırgızlar asıl yurtları olan Yenisey bölgesine çekildiler. Onlardan bazı küçük zümreler de batıya kaçtılar. Böylece Türkler’in tarihçe bilinen en eski yurtları kesin olarak Moğolca konuşan ulusların ellerine geçti.
K a r l u k :
Karluklar 766 yılında Türgiş devletine son vererek onların ülkelerini yurt edinmişlerdi. Fakat Karluklar burada kuvvetli bir varlık gösteremediler. Parçalanmış dağınık ve tesirsiz bir hayat geçirdiler. Hududu’l-alem’deki (Yazılış:982) Türk dünyasına ait bilgilerin çoğu ve mühim bir kısmı IX. yüzyılın ilk çeyreğine ait bulunmakta olup buna göre Karluk; adını taşıyan topluluğun yurdu, Taraz (Talas) ın doğusundaki Kulan yöresinden başlayıp Isıg Göl’ün Güney Doğusundaki Uç şehrine kadar uzanıyordu. Aynı esere göre Karluklar’ın yurdu bayındır ve Türk ülkelerinin en zengin ve hoş bölgesidir. Karluklar da cana yakın, iyi huylu ve iyilik sever insanlardır. Karluklar’ın Türk tarihindeki yerlerine gelince, bunu şöylece ifade edebiliriz. Onlar (Karluklar) bütün boyları ile birlikte Isıg Göl çevresi ile boyları, Çu ve Talas vadilerindeki (Argu ülkesi) Türk yerleşik hayatının gelişmesinde pek mühim bir rol oynamışlardır.
Ç i g i l :
Çiğiller’in aslında Karluklar’ın boylarından biri oldukları ve X. yüzyılda bu akrabalık bilinmekle beraber Çiğiller artık müstakil bir kavim sayılmıştır. Bunların ekserisi kendi adını taşıyan ‘Çigil’ bir şehirde oturdukları görülüyor. Kaynakta (Hududu’l-alem) Çigil’in, Çigiller ile Karluklar arasında, büyük mamur ve zengin, İslam sınırına yakın, tacirleri de bulunan bir şehir olduğu bildiriliyor. Bu şehri Çigil şekilnde gösteren el_Mukaddesi’ye göre (yazılışı 985) Çigil surları ve ayrıca hisarı olan küçük bir şehirdir. Camii de, çarşı da bulunmaktadır. Bugün Türkiye’de Çigil adlı dört köy bulunuyor. Semt adları arasında da aynı şekilde birçok yer adının bulunduğu şüphesizdir.
T o h s i :
Tuhsilar’ın da Karluk boy veya obalarından biri olduğu bilinmektedir. Hududu’l-alem’de bu ad Tuhs, Kaşgarlı ve Mervezi’de, gösterildiği gibi Tohsi şeklinde geçer. Bu ismin aslı ve manası meçhuldur. Şayet bu kelime Türkçe ise aslının Toksı olması gerekir. Tohsılar ili (la) kıyılarında Çigiller’in batısında, onlara komşu olarak yaşadıkları gibi, daha batıda, Çu ırmağının ağzına yakın yöresinde de oturuyorlardı. Bu son yörede Süyab, Biglilig, Özket, Lazine ve Ferahiye adlı şehir ve köyleri vardı. Kaşgarlı Tohsılar’ın sadece Kuyaş’ta (ili kıyılarında) oturduklarını yazar. Büyük alimimiz en yeğni (ehaffu) dilin Oğuzlar’ınki olduğunu söylerken en doğru (eşahhu) dilin de Yağma ve Toshılar’ın dilleri olduğunu yazıyor ve buna Hakaniye Türkçesi adını veriyor.
B u l a k :
Hududu’l-aleme göre Yağmalar’a mensup bir topluluk olup, Tokuz Guzzlar ile karışmışlardır. Mervezi’ye göre Karluklar’ın bir boyudur. Kaşgarlı’da Bulaklar hakkında kısaca bilgi verir. Buna göre Bulaklar’a Elke Bulak da denilir. Onları Kıpçaklar tutsak almışlar ise de Ulu Tanrı onları Kıpçakları’ın elinden kurtarmıştır. Bulaklar’ın Yağma ve Karluklar’dan hangisine mensup olduğunu söylemek güçtür. Kaşgarlı’nın sözlerinden Bulaklar’ın XI. yüzyılın ortalarında Yukaru Çu boylarında ve Balkaş’ın batısında yaşadıklarını düşünmek herhalde yerindedir.
Y a ğ m a :
Bu Türk eli hakkında en eski bilgiye Hududu’l-alem’de rast geliniyor. Bu bilgiye göre Yağmalar, Kaşgar ile onun kuzeyindeki Narin Irmağı arasında bölgede yaşayan kalabalık bir topluluktur, hatta 1700 tanınmış oymakları, (kabile) olduğu söylenir; silahları mükemmel olup güçlü ve savaşcı insanlardır. Hükümdarları Toguz Guzz (Uygur) hükümdarının oğullarındandır. Onların Kaşgar ile Artuç ve Hirgili adları köyleri vardır.
Gerdizi’de Yağmalar’ın mensup oldukları Toguz Guzzlar’dan kaçarak Karluklar arasında geldikleri Karlukların da onlara bir şey yapmadıkları anlatılır. Yağmalar’ın hükümdarlarına “Buğra Han” denildiği yazılır.
Kaşgarlı’da Yağmalar hakkında şu bilgiyi veriyor. Türkler’den bir topluluk olup, onlara “Kara Yağma” da denilir.
Yine de ona göre en doğru Türkçe Yağmalar ile Tohsılar’ın dilleridir.
Yağmalar hakkında verilen şu bilgiler Kara Hanlılar devletinin Yağmalar tarafından kurulduğuna şüphe bırakmaz.
Kara Yağma = Kara Han, (Kara Hanlı Hükümdarı)
Buğra Han (Yağmalar’ın Hükümdarı) = Buğra Han (Kara Hanlı Hükümdarı)
Kaşgar (Yağmalar’ın şehri = Kaşgar Kara Hanlıların kutsal şehri)
T ü r k m e n :
Bu Türkmenler Oğuzlar’dan ve Karluklar’dan tamamen ayrı bir Türk elidir. Türkmen adının gerçek sahibi bu topluluktur. Bu Türkmenler’in nüfusu az olduğu için onlardan sadece bir müellif söz etmiştir. Bu müellifte eserini 985 yılında yazan el-Mukaddesi’dir. Bu müellifin verdiği bilgilere göre Türkmenler İsficab ile Balasagun arasında yaşıyorlar. İsficab’ın doğusundaki Beruket ve Bulaç adlı kasabalar Türkmenler’e karşı uç şehirleridir. Türkmen Meliki Ordu adlı kasabada oturmaktadır. El Mukaddesi Türkmenler’in korkudan Müslüman olduklarını ve Türkmen Meliki’nin isficab hakimine armağanlar göndermekte olduğunu da bildiriyor.
E z g i ş :
Bu el XI. yüzyılda Fergana’daki özçend (özkend) de oturdukları belirtilmiştir.
Ç a r u k :
Bu Türk eli hakkında sadece Kaşgarlı bilgi veriyor ve bu elin Kaşgar’ın doğusundaki Barçuk’da (Maral Başı) oturduğunu yazıyor.
O g r a k :
Kaşgarlı Ograklar’ın Uygur sınırında oturduklarını bildiriyor. Onlara Kara Yıgaç deniliyordu. Ograklar’ın yiğitleri ile tanınmış bir el olduğu anlaşılıyor. Kaşgarlı’da onlar ile ilgili bazı deyişler görülür.
Çaruk ve Ograklar, Türkmenler’den daha da küçük topluluklar idiler. Kaşgarlı’da bunlardan başka Aramüt adlı bir topluluk da görülür. Müellifimiz Aramutlar’ın Uygurlar’a yakın bir yerde yaşadıklarını da bildiriyor ve ayrıca aynı adda bir yerin bulunduğunu da kaydediyor.
H a l a ç (Kalaç) :
Halaçlar’dan bir küme Taraz’ın 5 fersah (30 Km.) doğusunda yaşamakta, onların kalabalık kısmı da Horasan’da yurt tutmuş bulunmaktadır. İbn Hurdabbih eserini ikinci defa 886 da yazdığına göre Halaçlar bu tarihten önce Horasan’a geçmiş bulunuyordu.
Horasan’a geçen Halaçlar oradan Güneye, Süstan’a inerek Zemin Daver’de yurt tuttular. Onlardan bir kolun Horasan’da kalmış olmaları mümkündür. Bu Halaçlar, Gazneliler, Gorlular’ın hizmetinde bulunmuşlar, gerek bu devletin, gerek Gorlular devletinin Hindistan’a yaptıkları seferlere katılmışlardır. Hatta bununla ilgili olarak onlardan bir kısmı Hindistan’a göç ederek Gorlular devrinde orada yapılan fetihlerde mühim roller oynamışlardır. Yaptığı fetihlerde Bengal ve Doğu Hindistan’a islamiyeti götüren Emir İhtiyareddin Muhammed Halaci, nısbesinin de gösterdiği gibi, Halaçlar’dan idi. Türk Delhi Sultanlığı devrinde (1206-1290) gittikçe yükselen Halaçlar, 1290 yılında iktidarı ellerine alarak bu devlete 1320 yılına kadar süren parlak bir devir yaşatmışlardır.
Selçuklular devrinde Halaçlar’dan bazı kolların İran’ın batı bölgelerine ve Anadolu’ya gelmiş olmaları mümkündür. Anadolu’da ikisi Kalaç, ikisi de Kalaçlı olmak üzere dört köy vardır. Bunlardan Kalaç adını taşıyan köyler Gerede ve Alaçam ilçelerinde Kalaçlı adlı köyler de Daday ve Gerze ilçelerinde bulunuyor. Halaçla ilgili köy sayısı ise yirmibirdir.
K i m e k :
Kimekler’in yurtları yukarı irtiş boylarıdır. Zamanla yurtları batıya doğru genişlemiş ve Yayık (Ural) ırmağının çıktığı sıra dağlara ulaşmıştı. Bu sıra dağlara eski Türklerin Ulug Tag ve Kiçig Tag dediklerini biliyoruz. Kimek adının iki + imek’den geldiği hakkındaki Marquart’ın görüşü ilim alemince kabul edilmiştir. İki imek yani iki boydan meydana gelmiş imek eli demektir. İki Ediz, Üç Karluk gibi Kimekler’in adı Orhun abidelerinde geçmiyor. Buna karşılık İbn Hurdadbih’den itibaren bütün İslam kaynaklarında görülüyor. Kimeklerin Yemekiye adlı bir şehirleri olduğu ve hakanın yazın orada oturduğu söylenir. Süratlı at süren bir atlının Taraz’dan bu şehre ancak 80 günde ulaştığı kaydedilir. Bundan başka onların Su (irtiş) kıyısında Çöp adlı bir köyleri olduğu mamur olan bu köyde çok insanın toplandığı bilidirilir. Fakat Kimekler’in bir şehirleri olduğu diğer kaynakların hiç birinde teyid edilmez. Esasen aynı kaynakta Kimekler’in yazın süt içtikleri, kışın da kurutulmuş et (kak) yedikleri bildirilir. Şehri olan bir topluluk şüphesiz başka şeyler de yerdi. Kimekler’in, samur, kunduz, kakım ve tilki derileri, sahip oldukları servetin önemli bir kısmını teşkil ediyordu. Kışın bu hayvanları kayaklarla kar üzerinde dolaşarak avlarlardı. Maveraün-nehir li tüccarın zorlukları ve tehlikeleri göze alarak Kimek ve Kırgızlar’a gitmeleri değerli kürkler satın almak içindi.
XI. yüzyılda Kimek adı ortadan kalkmış ve bu el Kıfçak ve Yemek (İmek) ler tarafından temsil edilmiştir. Yemekler, adı geçen yüzyılda da yine irtiş kıyılarında oturuyorlardı. Bu ırmak onlarca çok kutsal sayılıyor, Gerdizi’ye göre ona ilah gözü ile bakılıyordu. XII. Yüzyılda Yemekler’in bilhassa Bayavut oymağının mensupları Harizm Şahlar ordusunda en önde yer aldılar.
K ı p ç ak : (Kıfçak)
Moğol devrinden önceki kaynakların hemen hepsinde Kıfçak (Hifçak), görüldüğü gibi aslında Kimek elinin bir boyu olan Kıpçaklar erken bir zamanda birlikten ayrılıp batıya göç ederek IX. yüzyılda Tobol kıyıları ile ona yakın yerlerde yurt tutmuşlardır. Kaynaklarında müstakil bir Türk eli olarak bilgi verilir. Kıpçaklar’dan bir kol da Anadolu’ya gelmiştir. Selçuklu şehzadesi Rükmeddin Kılıç Aslan’ın ağabeyi Sultan İzzettin Keykavus’a isyan ettiğinin haber alınması üzerine, Vezir Kadı İzzeddin çok para sarfederek İva (Yıva) Gence, Gurbet (?) Öve Kıpçak’dan asker toplamıştı (1254). Şimdi Anadolu’da bu Türk elinin adını taşıyan bir tek köy (Sivas-Hafik) vardır.
K a n g l ı (Anlı) :
Bu topluluğun adı ancak XIII. yüzyılda yazılmış kaynaklarda geçer. Aşağı Seyhun boylarındaki hadiselere dair bilgi veren Harizmşahlar devletinin resmi vesikalarında, ne de son Harizmşah Celaleddin Mengü Berti’nin müverrihi Muhammed en Nesevi’nin eserinde bu topluluğun adı geçer. 1253 yılında Fransa kralının elçisi olarak Moğolistan’a Mengü Kaan’a giden W.Rubruk, Kangılar’ın (Cangle) Kuman yani Kıpçaklar’dan olduklarını söyler. Milli destanlarında Kanklı (Kanglı)’ya araba manasının verildiği görülüyor. Verilen şu izahlar sonucunda Kanglı (Kanklı) ’ların Kıpçak asıllı olup, XI. yüzyılda yaşamış bir Kıpçak başbuğunun adını (Kanlı-kağnı) taşıdıkları anlaşılmış bulunur.
P e ç e n e k :
Peçenekler kaynaklarda öz Türk ellerinden biri olarak anılır. Bununla beraber onların orta asyadaki hayatları hakkında söylenecek sözler, sadece tatmin edici olmayan bir takım tahminlerdir.
Peçenekler’in On Oklar’dan olmaları ve hatta On Oklar’ın Tu-lu koluna mensup bulunmaları muhtemeldir. Çünkü Peçenek boylarından biri Çor, diğer biri de Çopan adını taşıyordu. Çor’un Tu-yu koluna mensup beylerin ünvanları olduğu ve Tu-lu boyunun beyinin de Çopan Çor (Ç’ou-pan Ç’uo) ünvanını taşıdığı önce görülmüştü. Hatta Peçenekler’in, Tu-lu kolunun önemli bir bölmünü içlerinde bulundurdukları bile söylenebilir. Zira Peçenekler 8 boydan ve 40 obadan oluşmuş kalabalık bir eldi. Bu sekiz boydan sadece ilk üçü (Irtim, Çor ve Yula) diğerlerinden daha yiğit ve daha soylu sayılıyor ve bundan dolayı da onlara Kenger deniliyordu.
1- Oğuzlar’ın Yurdları.
X. Yüzyılın birinci yarısında Oğuzlar, Hazar Denizi’nden Seyhun (Gök Türkler devrindeki Yinçü ögüz) ırmağının orta yatağındaki Farab (XI. yüzyıldaki Türkçe adı ile Karaçuk) ve isficab yörelerine kadar olan yer ile bu ırmağın kuzeyindeki bozkırlarda yaşıyorlardı. Oğuz ülkesi batıda Hazar Denizi’ne dayanıyordu. X. yüzyılın başlarında o zamana kadar meskun olmayan Hazar Denizi’nin doğu kıyısındaki Siyah-Kuh (Kara Dağ) yarım adası onlar tarafından işgal ve iskan edilmiş ve bundan dolayı bu yarım ada Mangışlağ adını almıştır. Güneyde İslam ülkeleri ile olan sınıra gelince, güney batıda, yani Harizm ülkesinde sınır Curcan (Gürgenç) ve bilhassa bu şehrin kuzey batısındaki Cit (Jit) kasabasından başlıyordu. Aral gölünün güneyindeki Baratekin de sınır kasabalarından idi. Maveraün-nehr’de sınır Buhara kuzeyindeki çölden başlayarak isficab bölgesine kadar uzanıyordu. Seyhun’un sağ kıyısında, Karaçuk dağlarının eteğinde ve Yesi’ye bir günlük mesafede bulunan berkitilmiş Savran (Sabran), Müslümanlar’ın Oğuzlar’a karşı sınır şehri idi. Seyhun Savran’dan az ileride Oğuz ülkesine gidiyordu.
Gök Türkler’in Seyhun ırmağı’na Yüncü ögüz (inci ırmağı) dediklerini biliyoruz. Seyhun’ un aşağı ve kısmen orta yatağında derinlik 6-12 metre arasında değişmektedir, genişlik de 600-700 metredir. Irmak gemiciliğe müsaittir. X. yüzyılda, ırmağın ağzın yakın yerdeki Oğuz yabgularının başkenti Yeni Kent’e gemilerle tahıl götürüldüğünü biliyoruz. Bozkır bölgesi, ırmağın ağzından doğuya doğru takriben 400 km. devam eder. Sonra ırmağa müvazi dağlar başlar ve isficab’ın (Sayram) kuzeyine kadar gider. Bu güzel görünüşü sıra dağlar Oğuzlar’ın ünlü dağları olan Karaçuk Dağlarıdır. Karaçuk’un adı Dede Korkut destanlarında, destanların başkahramanı Salur Kazan Bey’i öven bir şiirde de geçer. Bu dağın adı da Yakın Doğu’ya getirilmiştir. Ülkemizde Cizre’nin güneyinde, Dicle’nin batısında ve Irak’da Altun Köprü’nün batısında Karaçuk adlı dağlar vardır. Yine Dede Korkut destanlarında Salur Kazan Bey’in sürüsüne bakan sadık ve kahraman çobanın Karaçuk adını taşıdığını biliyoruz.
Yine Dede Korkut destanlarında geçen Kazlık dağına gelince bu dağın da Kazgurt gibi, Karaçuk dağlarının bir kısmı olduğunu sanmaktayız. Yahut her ikisi aynı dağı ifade edebilir.
Kuzeydeki Kara Kum Oğuzları’ın başlıca Yaylakları idi. İslam Coğrafyacıları Kara Kum’u biliyorlar ve ona “Oğuz Çölü” adını veriyorlardı.
Güney’de Buhara’ya kadar uzanan Kızıl Kum, XI. yüzyıldan itibaren daha fazla önem kazandı ve Kıpçak baskısı yüzünden Oğuzlar’ın süreklice oturdukları bir yurt halini aldı.
Mangışlak (Mangışlag) ve Balhan (Balkan) bölgeleri verimsiz yerler idiler. Bu ve aynı zamanda kuytu yöreler olmaları yüzünden oralarda yaşayan Oğuzlar varlıklarını korudular. Bilindiği üzere bu günkü Türkmenistan Cumhuriyeti Türkmenleri’nin çoğu Mangışlak’ta yaşamış olan Oğuzlar’ın Torunlarıdır.
2- Oğuzlar’ın Yaşayış Tarzı :
X. yüzyıl başlarında Oğuz Eli’nin çoğu göçebe hayatı geçiriyordu. Bahar (yaz) gelince kuzeydeki Kara Kum’a, Cim (Emba) ırmağına doğru kuzey batıdaki yaylalara ve Aral ile Buzaçı ve Mangışlak arasındaki bölgeye gidiyorlardı. Kış yaklaşınca da ekserisi Aşağı Seyhun boylarına dönüyorlar ve kışı orada geçiriyorlardı. Yagbu ünvanını taşıyan Oğuz hükümdarları kış mevsiminde ırmağın kıyısına yakın yerdeki Yeni Kent’de oturuyorlardı. Yine aşağı Seyhun bölgesinde Cend ve Huvare adlı iki şehir daha vardı. Yeni Kent, belirtildiği üzere, Oğuz hükümdarları olan yabguların başkentidir. Yabgu kışın bu şehirde oturmakta, yazın kuzeyde bulunan yaylağına gitmektedir. Reşideddin’deki Türkler’in tarihinde Yeni Kent’i Oğuz Han’ın kurduğu ve orayı başkent yaptığı söylenir. XIV. yüzyılda Yeni Kent’de para basıldığını biliyoruz.
Oğuzlar’dan kalabalık bir kısmının yerleşik hayata geçmelerinde başlıca etken, şüphesiz, bunların İslamlığı kabul etmeleridir. Oğuzlar her halde Müslüman olduktan ve Samani devleti yıkıldıktan sonra Sitgün (Süt Kend) Savran, (Sabran=Sepren), Karnak, Karaçuk, Suğnak şehirlerini ellerine geçirdiler.
Göçebe Oğuzlar bu şehirlerde yaşayan eldaşlarına küçükseme ile Yatuk (yani tembel) diyorlardı. Çünki, onlara göre bu oturak eldaşları savaş yapmayarak tembel tembel şehirlerde oturuyorlardı. Oğuz şehirlerinin çoğunda veya hepsinde Maveraün-nehr’in yerli unsurları da bulunuyorlardı. Oğuzlar farsça konuşan bu unsurlara Sukak diyorlardı.
Yerleşik Oğuzlar’ın, göçebe eldaşlarının siyasi faaliyetleri ile göçlerine büyük ölçüde katılmayarak Moğol istilasına kadar bu şehirlerde oturmakta devam ettikleri söylenebilir. Moğol istilası sonucunda yerleşik halkın pek mühim bir kısmı yerlerini terk ederek Horasan’a ve İran’ın diğer bazı yerlerine kaçtılar. Moğol istilasının İran’a da yayılması üzerine Horasan’a ve İran’ın diğer yerlerine kaçmış olanlar emin bir ülke olan Anadolu’ya geldiler. Anadolu’da göçebeler, köylüler ve şehirliler arasında Horasan’a bağlanan bu gelişin hatırası asırlarca unutulmayarak zamanımıza kadar yaşamıştır. Buradaki Horasan adı ile Türkistan da ifade olunuyordu.
3- İktisadi Hayatları :
X. yüzyılın başlarında çoğunluğu göçebe hayatı geçiren Oğuzlar’ın iktisadi faaliyetleri, bu yaşayışın icabı olarak, başlıca hayvan yetiştiriciliğine dayanıyordu. Bu sebeple onların servetlerini koyun sürüleri, yılkılar (at sürüleri) develer ve sığırlar teşkil ediyordu. At binit olarak deve de yüklet olarak kullanılıyordu.
İbn Fadlan “Türk Develeri” sözü ile şüphesiz bu gün Anadolu’da “buhur” denilen iki hörgüçlü develeri ifade etmiştir. Yine aynı müellif Bulfarlar’ın at eti yediklerini kayd etmekte, fakat Oğuzlar için böyle bir söz söylememektedir. Oğuz Sü-Başısı il-Doğan oğlu, Etrek, ibn Fadlan ve arkadaşlarına olduğu gibi, kendi akrabaları için de koyun kestirmişti. Fakat Oğuzlar’dan ölenlerin atlarının etinin yenildiğini aynı müellif kaydetmektedir. Diğer taraftan Oğuz destanları da Oğuzlar’ın, diğer Türk elleri gibi at ve hatta deve eti yediklerini göstermektedir. At eti, belki de, onlarca her zaman değil, özel günlerde yenilmekte idi. Oğuzlar’ın Müslüman olduktan sonra, umumiyetle at eti yemekten vaz geçtikleri anlaşılıyor. Çünki mensup oldukları Hanefi mezhebi at eti yenmesini mübah görmüyordu.
Oğuzlar ile komşu İslam kavimleri arasında canlı bir ticari faaliyetin mevcut olduğu görülüyor. Oğuzlar’ın başlıca ticaret malı Koyun idi. Türk koyunun maveraün-nehr ve Horasan koyunlarından ayrı bir soy olup, makbul tutulduğu anlaşılıyor ise de başlıca vasıfları iyice bilinmiyor.
Oğuzlar İslam aleminde meşhur olan Türk Keçesi de satmakta idiler. Yakubi Türker’in en iyi keçe imal eden kavim olduğunu yazıyor. İbn Fadlan Harizm’de soğuk günlerde bir evin içinde kurulmuş olyan Türk keçesinden yapılmış bir çadırda oturmuştur.
4- Dini İnanışları :
X. yüzyıl başlarında Oğuzlar, Uygurlar müstesna olmak üzere diğer Türk elleri gibi kendi kavmi dini inanışlarını devam ettiriyorlardı. İslam aleminde Türkler’in Allah fikrine sahip oldukları ve bunu Tanrı adıyla ifade ettikleri biliniyordu. Türkler’in yaratıcıya Uluğ Bayat adını verdikleri de İslam bilginlerine ulaşmıştı. Fakat Oğuz din adamlarının Tanrı’nın sıfatları ile ilgili tasavvurları hakkında kesin bir bilgi yoktur. Her halde Oğuzlar’dan sade kimselerin bu husustaki tasavvurları pek geniş değildi ve onlardan bazıları Tanrı’ya insani vasıflar izafe ediyorlardı. Oğuzlar’dan biri İbn Fadlan’a Tanrı’nın karısı olup olmadığını sormuş, müellif de bu soru üzerine bir hayli tövbe ve istiğfar etmiş, Oğuz da ayı şeyi yapmıştır.
İbn Fadlan ne bir mabet gördüğünden ne de bir din adamı ile görüştüğünden açıkça bahseder. Fakat Oğuzlar’ın hakimleri olduğunu biliyoruz. Oğuzlar bu manevi şahsiyetlerine büyük bir saygı gösteriyorlardı. Hatta bu hakimlerin Oğuzlar’ın kanları ve davarları (malları) üzerinde hüküm sahibi bulundukları söyleniyor ki, bu ifadeden manevi şahsiyetlerin Oğuz eli üzerinde ne kadar önemli bir tesir ve nüfusları olduğu iyice anlaşılır. İşte bizim Korkut-Ata (Dede Korkut) bu hakimlerden biri idi. Tabiplik yapan, geleceğe ait keşiflerde bulunan, yapılacak bir teşebbüsün uğurlu olup olmayacağına karar veren, dini törenlere başkanlık eden bu manevi şahsiyetlere Oğuzlar’ın Kam mı dedikleri, yoksa başka bir ad mı (mesela Dede) verdikleri bilinemiyor. XII. ve daha sonraki yüzyıllarda dini şahsiyetler ata ünvanı ile anılıyorlardı. Eski Türkler’de kan, baba demekti. Sonra onun yerini Ata aldı. Atanın yerini de yine din adamlarının ünvanı olan baba aldı.
Ölü gömme adetlerine gelince onlar ölülerini Gök Türkler gibi, sırtlarında elbiseleri, üzerlerinde silahları ve yanlarında diğer şahsi eşyaları ile birlikte gömüyorlardı. Ölü oda şeklinde açılan bir mezara oturtulup, eline içki dolu (herhalde kımız) bir kadeh veriliyor ve önüne de yine içki dolu kap konuluyordu. Mezar bir oda gibi açılıyor, tavanı yapıldıktan sonra onun üzerine de çamurdan kubbeye benzer külah kısmı ilave ediliyordu. Oğuzlar’ın bu mezarları ile Türkiye’de bilhassa Selçuklu devrinde yaygın bir şekilde görülen ve mütehassıslar tarafından Türk çadırına benzetilen kümbetler arasında yakın bir benzerliğin varlığına işaret edilebilir. Hazar ötesi Türkmenlerinin de mezarlarının üzerine tümsek gibi şekiller yaptıklarını ve buna Yozka dediklerini biliyoruz.
Gömülme işi bittikten sonra, ölünün atları kesilerek yenirdi ki bu da bütün Türk kavimlerinde görülen yuğu aşı geleneği idi. Türkiye’de bu gelenek yüzyıllar boyu sürüp gelmiş ve şimdi de aynı kalmak suretiyle köy, kasaba ve hatta şehirlerde yaşamaktadır. Ölen sağlığında bazı kimseleri öldürmüş ise, bunların ağaçtan resimleri yapılıp mezarın üzerine konulurdu. İnanışa göre bir adamın öldürdüğü kimse veya kimseler cennette öldürenin hizmetçileri olacakladır. Bu da anlaşılacağı üzere, Gök Türkler’deki balbal geleneğinden başka bir şey değildir. Oğuzlar aynı zamanda başlıca Türk ellerinde olduğu gibi yuğ aşında yenilen atların başlarını, ayaklarını ve derilerini mezarın üzerinde bulunan sırıklara asarlardı. Onların inanışına göre, ölen cennete etleri yenilen ve derileri sırıklara asılan bu atlar ile gidecekti. Bu yapılmadığı takdirde ölen, yorucu cennet yolculuğunu yayan yapmak mecburiyetinde kalacaktı. Oğuzlar yine dini inanışlarının tesiri ile suya girmiyorlar, yabancıların da yıkanmalarına engel oluyorlardı. Çünkü suya girmekte onların, kendilerini büyüleyeceğinden korkarlar ve böyle yapanları para cezasına çarptırırlardı. Bütün Türklerdeki köklü bir inanışa göre, su kutludur ve arıdır. Yıkanmak kutlu ve arı olan suyu kirletmek ve böylecek büyük bir günah işlemek demektir. Bu ise uğursuzluğa ve felakete (bu arada belki insan ve hayvan hastalıklarına da) sebep olur. Onlar yine dini inanışları ile ilgili olarak giyimlerini eskiyinceye kadar üzerlerinden çıkarmıyorlardı. Yine Oğuzlar, Müslümanların aksine olarak, başına vurarak koyunu öldürüyorlardı.
Oğuzlar hastalanan kimselerin (yakın akrabaları da olsa) yalarına yaklaşmazlardı. Hasta olana kul ve karavaşlar (cariye) hizmet ederlerdi. Yoksullar ise tamamen kaderleri ile baş başa bırakılırdı. Bu husus şüphesiz bulaşıcı ve salgın hastalıklara yakalanmaktan korkmalarından ileri geliyordu.
5- Başka Gelenek ve Görenekleri :
X. yüzyılda Oğuz elinde kadınlar, diğer Türk ellerinde ve cahiliye devri Araplarında olduğu gibi erkeklerden kaçmazlar ve yüzlerini de örtmezlerdi. Bu husus Türkiye’de oymaklarda ve köylerde zamanımıza kadar devam ede gelmiştir. Hatta XIX. yüzyılda Güney Anadolu’da bir seyahat yapan Fransız araştırıcılarından V. Langlois, bu münasebetle Türkmenleri Yakın Doğu’daki medeni insanlar olarak vasıflandırır. Oğuzlar’ın ne zina, ne de gulamparalık gibi yaygın gelenekleri vardı. Esasen Türk kadınları İslam dünyasında iffetli kadınlar olarak tanınmışlardı.
Oğuzlarda öldürülenin öcünü almak yani kan davası adeti de vardı. Yine onlarda Cahiliye devri Araplarında olduğu gibi baba ölünce oğlu üvey annesi ile evlenebiliyordu. İbn Fadlan’ın gördüğü Oğuz Sü-başısı Etrek, babası öldükten sonra üvey annesi ile evlenmişti.
Oğuzların milli yemekleri diğer bazı Türk ellerinde olduğu gibi tutmaç idi. Tutmaç, tarih boyunca birçok kaynaklarda Türklerin milli yemeği olarak geçer. Tuğrul Beğ’in Horasan’da iken bir davette yediği badem tatlısı için “iyi tutmaç imiş, lakin sarımsağı eksik” dediği söylenir. Bu yemeğin Memlükler’de Türkiye Selçukluları ve Osmanlı saraylarında da yenildiğini biliyoruz. Tutmaç, Türkler’in hakimiyet sürdükleri İran ve Arap ülkelerinde de tanınmıştı.
Oğuzlar sakallarını tıraş etmekte ve yalnız bıyık bırakmakta idiler. Türkiye’de de bu geleneğin uzun müddet devam ettiğini, din adamlarından başka halkın ve askerlerin sakallarını yülüdüklerini, yani tıraş ettiklerini biliyoruz. Alevi Türkler’in bu gün dahi sakallarını istisnasız tıraş etmeleri bu çok eski geleneğin devamıdır. Buna karşılık Oğuzlar, bütün Türkler gibi saçlarını kesmiyorlardı. XI. yüzyılda Ermeniler, Oğuzlar ile karşılaştıklarında dikkatlerini en fazla onların uzun saçları ile yayları çekmişti.
Oğuzların kıyafetlerine gelince, bu hususta hemen hiçbir şey bilmiyoruz. 1038 yılında Nişabur’a giren Tuğrul Bey’in kıyafetine dair yapılan tasvir bu hususta belki bize faydalı olabilir. Onun başında ketenden bir sarık (asabe-i tüzi) sırtında bir cins kumaştan yapılmış uzun kollu, uzun etekli ve önden ilikli bir kaftan (kaba-yi mulham) ve ayağında keçe çizmeler, kolunda gerilmiş bir yay, kemerinde üç ok vardı.
Oğuzlar yaşadıkları hayat tarzı ve muhitin çetin şartlarının tesiri ile oldukça sert mizaçlı kimseler idiler. Savaşçı olmak başlıca faziletlerinden biri sayılıyordu. Buna karşılık onlar, namuslu, doğru ve konuk sever insanlardı. Türklerin son zamanlara kadar bu hasletlerini muhafaza ettikleri görülüyor. XIX. yüzyılda dahi Anadolu Türkleri, gezginler tarafından bu hasletleri ile vasıflandırılmışlardır. Oğuzlar, büyüklerine (dini ve siyasi) son derece bağlı ve saygılı insanlar idi. Boş inançlara inandıkları ve hislerinin de oldukça tesiri altında kaldıkları görülüyor.
Oğuzlar’ın konuştuğu Türkçe, daha Anadolu’ya gelmeden Türkistan’da iken Türk lehçelerinin yeğnisi en incesi (zarif) sayılıyordu. Kaşgarlı bu hususu bilhassa belirtir. Yine aynı müellif, yalnız Oğuz lehçesinde bulunan bazı kelimeleri de bildirir.
6. Oğuzların İslamiyet’e Girişi:
X. yüzyılın ilk çeyreğinde Süt-Kent’de Müslümanlığı kabul etmiş mühim bir Türk topluluğunun yaşadığı görülüyor. Bunların Oğuzlar’dan olduğundan şüphe yoktur. Oğuzlar arasında İslamiyet ancak XI. yüzyılda hakim bir din haline gelebilmiştir.
Oğuzlardan Müslümanlığı kabul eden zümrelerle, onları gayri Müslim kardeşlerinden ayırt etmek için Maveraün-nehir Müslümanlarca Türkmen adı veriliyordu. Daha önce söylendiği gibi Orta Asya’da ilk defa Müslümanlığı kabul eden Türk kavmi Balasagun ile Mirki arasında yaşayan Türkmenler olduğu için Türkmen adı, Maveraün-nehir Müslümanları arasında “Müslüman Türk” şeklinde hususi bir manada da kullanılmaya başlandı. Böylece Oğuzlardan da Müslüman olan zümrelere “Türkmen” denildi. Türkmen adının Oğuzlardan Müslüman olanlara verildiği hususu Biruni’nin sözlerinin de gösterdiği gibi her türlü şüpheden uzaktır. Gerdidi ve Beyhaki gibi Gazneli müverrihleri Oğuzları Müslüman Türk anlamında olarak Türkmen adı ile zikretmişlerdir. Buna karşılık yakın doğu müellifleri onlardan el-Guzz yani Oğuz adıyla söz ediyorlar. Çünki oğuzlar kendilerine Türkmen demiyorlardı. Onlar, Müslümanlar tarafından her yerde kendilerine verilen bu adı uzun bir zaman benimsemediler. XIII. yüzyıl başlarından itibaren artık her yerde Türkmen, Oğuzun yerini aldı. Ancak Oğuz da unutulmadı. O da şanlı atalarının adı olarak uzun bir zaman hatıralarda yaşadı.
7. Oğuz Yabgu Devleti:
Oğuzların başında Yabgu ünvanlı hükümdarlarının bulunduğu bir devletleri vardı. Oğuzların eski zamanlarda da yani Türgişler ve Aşinalar (=Gök Türk hanedanı) devrinde de yabgular tarafından idare edildiklerinde şüphe yoktur. Asıl kaynaklarda bu yabgulardan hiç birinin adı geçmez. Ancak Cami’üt-tevarih’teki Oğuzların destani tarihlerinde yabgular’dan bazılarının adı görülür. Yine orada bu yabgu (yavku) lar kayı boyundan gösterilir.
Yabgular’ın en yüksek iki görevlisi Köl irkin ile Sü Başı’dın bunlardan Köl irkin yabgunun veziridir. İrkin’in On Oklar’dan Nu-şe-pi koluna mensup beylerin unvanları olduğu daha önce görülmüştü.
Sü başı’ya gelince, bu ordu kumandanı demektir. Bütün türk devletlerinde kullanılan ve Orhun kitabelerinde geçen bu deyimi Selçuklular Anadolu’ya getirdiler. Selçuklu devrinde Sü Başı, vilayetlerin valileri tarafından taşındı. Osmanlı devrinde bu deyim Su başı şeklinde söylendi ve bilhassa şehirlerin zabıta amiri manasında kullanıldı.
Mes’udi Oğuzların, Türklerin en savaşçı eli olduğunu söylüyor. Oğuzların silah ve avadanlıkları mükemmeldi. Bu silahlar arasında diğer Türk kavimlerinde olduğu gibi, ok başta geliyordu ki, bunu Türklerin milli silahı şeklinde vasıflandırmak yanlış sayılmaz. Yukarıda da söylendiği gibi Ermenilerin de dikkatini bu silahları çekmişti. İbn Fadlan Subaşı Etrek’in nasıl keskin bir nişancı olduğunu bir misalle anlatır. Kargı (süngü)ve kılıç da başlıca silahlarındandı. Bütün Türkler gibi binici olup, at üzerinde savaşırlardı. Esasen atları pek çoktu. Ermeni müverrihi Aristagues, romantik bir ifade ile, Atlarının kartallar gibi süratli gittiğini söylüyor.
Oğuzların güney komşuları Müslümanlar, bu zamanda tarihlerinin en mutlu devirlerinden birini yaşıyorlardı. Maveraün-nehr, yani Ceyhun (Amu Derya) ve Seyhun (Sir Derya) ırmakları arasındaki bölge verimli topraklara sahip bir ülke olmakla beraber müstesna mevkii dolayısı ile orada ticaret ve sanayi de pek gelişmişti. Her iki ülkenin sanayi mamülleri için en büyük Pazar itil’den Çin seddine uzanan geniş Türk alemi idi. İslam Coğrafyacıları, Maveraün-nehr halkının sahip olduğu manevi hasletleri birer birer sayarlar. İşte bunun neticesinde IX-XI. Yüzyıllarda bu iki ülkeden Harizmi (ölm.850), Buhari (ölm.869), Maturidi (ölm.944), Farabi (ölm. 950), Cevheri (ölm. 1010), İbn Sina (ölm. 1037), Biruni (ölm. 1051), Merginani (ölm. 1197) ve diğerleri gibi islam’ın en büyük ilim adamları yetişti.
8- Oğuz Devletinin Sonu:
Oğuz devletinin nasıl ve ne zaman ortadan kalktığı ile ilgili Camiüt-tevarih’teki destani tarihte şu haber vardır. Oğuz hükümdarı Ali Han Amu (Ceyhun) suyunun öte yakasında yaşayan kalabalık Oğuz kümesinin başına çocuk yaştaki oğlu Kılıç Aslan’ı geçirdi. Kılıç Aslan’ın yanında atabeği Büğdüz Kuzucu bulunuyordu. Kuzucu çok yaşlı bir insandı (180 yaşında deniliyor). Kılıç Aslan delikanlı olunca vaktini kötü haraketlerle geçirmeye başladı. Bu arada beylerin kızlarına da tecavüzde bulundu. Bu yüzden halk ona zalim Şah Melik dediler. O, atabeğinin öğütlerine de kulak asmadı. Fakat beylerin kendisini öldüreceklerini haber alınca korkup Yeni Kent’e, babasının yanına kaçtı. 40.000 atlı çıkaran Horasan’daki bu oğuz kümesinin başına Tuğrul geçti. O Toksurmuş İci adlı yoksul bir çadırcının oğlu idi. Tukok ve Arslan (Kılıç Arslan) adlı kardeşleri vardı. Ali Han 20.000 atlının başında oğlu Şah Melik’i, Tuğrul’un üzerine yolladı ise de Şah Melik yenilip bazı beyleri ile birlikte tutsak düştü. Şah Melik iki parça edilerek hayatına son verildi. Ali Han’da iki yıl sonra Yeni Kent’de öldü. Onun ölümü üzerine Oğuz eli dağıldı. (Tarihi eserlerde de bir Şah Melik vardı. Bu şah Melik’in Oğuz yabgusu ve hatta Oğuz asıllı olduğunu kabul etmek güçtür.)
KIRIKKALE İLİ, BALIŞEYH İLÇESİ, KARGIN KÖYÜ TANITIM SAYFASI